İNTİKAM


Beğenmediğim sonu, siler baştan yazarım.
Twitter: @iremkucukcongar

20 Haziran 2012 Çarşamba

Bu Yazının Tek Suçu: Aklıma Gelen Her Şeyi Yazmam Oldu

            Sustuklarım içimde büyümedi. ben sustuklarımın içinde büyüdüm, komik aslında. Sustum hep... Etrafımı yargılamayı kesip atıyorum zaten kendimi bile yargılayamadım. Ben, benden korktum. nasıl olur diye sormayın olur, hatta bal gibi olur! Aynadaki benin ben olmadığına eminim. Hani demiştim ya yazdıkça kendimi buluyorum, haklıyım. Yazınca içimdeki benin ne hissettiğini anlıyorum. Mükemmeliklerin içindeki tek mükemmelsizliğin neye benzediğini tarif ediyor bana yazılar. ben konuşamadım. O yüzden yazdım zaten. Yani konuşamadığım için yazıyorum... Bir günde beynim de milyonlarca yazı yazan ben sadece birini veya hiç birini dışıma yansıtabiliyorum.. Ve bunlar en kötüleri, en saçmaları. İyiler yok. Olmasın da zaten. O yansıtamadıklarım yalnız benim çünkü. kendi dünyam gibi... Hey! Özür dilerim yalan söyledim. Bana, benim hayatımı vermemişler ki, benim dünyam mı olacak? Ha-ha. Aslında seviyorum ya. Herkes hayatını yaşıyor ben yaşayamıyorum, ne oldu? BEN. Bakın BEN demenin en kötü yolunu buldum. Bencildim ben zaten mutsuzluk diyordum ben hariç herkes de olsun. Şimdi ise herkes de olan mutluluk ben de olsun diyorum. Kendime özgürce Ben diyebilmeyi çoktan unuttum zaten. Yaşayabiliyorum desem bile yetebilir belki. Ama sorsan herkes mutsuz. Tek pollyanna mutluydu zaten bir araba çarptı, felç... hem mutlu olmak amacıyla yaratılmışız, hem de mutlu olanın canını alıyoruz, ne iş? Her şey gibi mutlulukta saçma işte. Tüm yazılarıma konu olan şey nasıl saçma olabilir diye düşünüyorum da, off! Düşünmüyorum aslında gerekte yok hanii. Düşünmeden yaşamayı kendime hedef etmişim ben. Düşünmeden konuş, düşünerek yaz demişim ki. ne düşünmesi yazarken etrafımı duymuyorum ben beynimi mi devreye sokacağım. Yazım yanlışları nasıl oluyor, peki? Word sağ olsun. Çiziyor kırmızıyla sonra düzeltiyorsun işte. Bitti, gitti. Eee, bu yazının duygusu nerede? Benim bildiğim duygu şiirde olur. Soruyorlar mı hiç yazılarda duygu diye? Hayır. Biz bu yazıdan ana düşünce çıkarmalıyız. Ha-ha tuhaf şey. Zaten böyle daldan dala konmaya devam edersem her yazımda, ana düşüncesiz yapacağım blog adını.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Her Şeyin Sebebi Yine Ben Çıktım...


            Gidecekseniz. Ardınıza da bakmamalısınız bunu anladım. Evimdeki son günlerim de duvarları incelemekten başka hiçbir şey yapamadım. Tüm anılarımı korkarak hatırladım. Berbat hatıralar ama yine de zor işte bırakıp gitmek. En zoru da geçmiş zamana geri dönememek. Korkunç. Şimdi oturdum ve duvarlara bakarak yazıyorum yine. Her zamanki gibi boşluktan bir anlam çıkarmaya çalışıyorum. Anladım ki mantık bazen ağlamaya bile karşı çıkabiliyor. Kalbim ağla diye atıyor, mantığım dinleme şunu ağlama. Ardında neler bırakacağını bir hatırla ve sakın ağlama. Arkamda ne bırakacaksam bırakayım yine de olmuyor. İçim burkuluyor işte. Anlatılmaz ki bu duygu. Karmaşa içindeyim. Bir daha hiç gelemeyebilirim buraya bir daha hiç göremeyebilirim. Biraz önce dolaşıp çektim evin tüm resimlerini özleyeceğim, buradaki altı yılımı. Ama unutacağım çok şey de var. Anılarımı unutacağım o berbat anılarımı, hislerimi, bağırışlarımı, çağırışlarımı en önemlisi de ağlamalarımı. Hepsini unutacağım. Belki hayatımı unutmuş olacağım. Acılarımın nereden geldiğini, neden bu kadar acı çektiğimi unutmuş olacağım ama unutmalıyım da. Bu güne kadar hatırlamam fazlasıyla yetti. Belki de unutmak için gidiyorumdur, bu yüzden gitmek zorunda kalmışızdır her şey daha güzel olacaktır. Oh.. rahatladım işte. Pollyanacılık çok yararlı olabiliyor. Mutluluk oyunu yine.. her mutsuzluktan yaratılan bir mutluluk. Kalbim bu son bir haftada çok daha farklı atıyor sanki, çok daha kuvvetli. Her atışını hissedebiliyorum. Kalbim attıkça ben susuyorum, kendime acıyorum. Benim susmam bir şey değil de beynimin susmaması berbat... Anılar kadar gereksiz. Bağırışlar kadar çaresiz. En az benim kadar yalnız. Biraz masum düşünmeye çalışıyorum, tüm çocukluğumu kullanarak ayrılmak istiyorum bu evden. Boş olan odalarda hiç dolaşmadan kapıyı çekip gitmek geliyor ama geldiği gibi de gidiyor. Nasıl yapacaksın diyor. Nasıl bırakacaksın ki buradaki küçüklüğünü, her şeyi yapıp öğrendiğin o evden arkana bakmadan nasıl gideceksin? Güldürme beni. Hemen gitmese, nasıl güldüreyim ki seni bana gülmekte, güldürmekte yakışmıyor diyesim geliyor. Evet, güzel konu. Güldüremiyorum ben, sayfanın hepsi drama sahnesi. Ama olmuyor ki yapamıyorum. Güldürmek için yazdığım kelimeler birleşmiyor ki, eksik kalıyor cümlelerin hepsi. Eksik cümlelerle de olmuyor. Yazı yazma isteğim uçuyor. Hatta sıkılıyorum. Kırmak istiyorum elime geçen her şeyi, gerçi onu da yapamıyorum. Hiçbir şey yapamıyorum ki en başta ben eksik kalıyorum da haberim olmuyor. En başta benim hiçbir parçam birleşmiyorda..dışımı bütün gördüğümden fark edemiyorum. Böyle yazdıkça kendimi buluyorum işte. Biraz daha birleşiyorum. Bütün olduğumda bırakacağım zaten yazmayı. Anladınız mı şimdi bloğumun adını, anladınız mı benim yazdığım yazıların sebebini ? Gerçi ben bile çözemedim ki kendimi. Size nasıl anlatabilirim ? 

8 Haziran 2012 Cuma

Ulaşamamak Kadar...



          Yaşanılanlar kolay anlatılır da yaşanamayanlar? Bir umut içinde nasıl da anlatılır öyle. Hayal olur onların adı da. Tüm hayal gücüyle anlatılır yaşanamayanlar. Keşkelerle anlatılır, neyselerle biter, nedeni bilinmez işte. Neyse denir de yaşamakta istenilir aslında. Hayal demektense yaşanamayanlara, geçmiş zamanla çekimlenmesi daha mantıklı gelir hep, öyle olmaması da asıl sorundur. Yaşamak güzel ama yaşayamamak çok kötü işte. Tam yaşayacakken köşeden dönmek… Söylemek bile acı veriyor insana. Şimdi düşünüyorum da yaşamak istediğim fakat yaşayamadığım her şeyi hayalim olarak anlatıyorum istemsizce. Ne güzel bir hayal gücün var diyorlar, şaşıyorum. Meğer bu kadar imkânsızmış yaşayamadıklarım. Yazıyorum sayfalarca, okuyorum sonra herkese… Çok yetenliklisin diyorlar. Ama diyorum yaşayacaktım ben bunları. Diyemiyorum aslında. Desem de anlamayacaklar zaten. İçimi bunaltan o soruyu soracaklar’’niye?’’. Anlatamam ki kimseye. Laf anlatmakla, kendimi savunmakla, insanların düşüncelerine karşı çıkmakla hiçbir şey olmayacağını çoktan anladım çünkü. Anlatabiliyor muyum? Sadece zaman kaybı, ömür tüketimi işte. Ömrün tükenir, biter, gider de insanlara laf anlatmak bitmez. Keşke anlatılanı anlasalar tabii, anlasalar beni. Kendi aptalca fikirlerinden bir an için vazgeçseler. Düşünerek dinleseler keşke. Tek olan pencerelerini bine çıkarsalar. Öylesine geçiştirmeseler. Tek görüş olmasalar. Etraftakileri eleştirmeseler. Normal olan insanların yaptığı gibi aynanın karşısında kendilerini eleştirseler de düzelseler keşke. Tek olan pencerelerinin önüne yanlışlıkla denk gelen o insanlara acısalar keşke. Kendilerini kral sanmasalar. Tek olmasalar, çok konuşmasalar. Akıllarındaki fikirleri biraz değiştirmeye çalışsalar. Mantıklı olsalar. Kullanamadıkları o mantığı bir an için kullansalar. Kullanmadıkça çürür de farkına bile varamazlar. Keşke dinleseler beni, keşke okuyabilsem bu yazdıklarımı, keşke okusam da bir yararı olsa bu soyu tükenemeyen, tek pencereli insanlara. Keşke değişseler onlarda. Keşke ben de hiçbir sorunum olmadan yaşabilsem. Herkese sesimi duyurabilsem. Keşke beni de sevse herkes. Keşke yazabildiğim kadar konuşabilsem. İlkleri yapsam keşke, tek olsam. Keşke karnem kadar düzgün olsam mesela. Derler ya hanii.. Parmakla gösterseler beni. Güzel olsam, zeki olduğum kadar. Keşke yıllar sonra, daha önce yazdığım yazının tüm keşkelerini gerçekleştirebildim desem. Neyse, henüz 13 yaşındayım sadece.    

5 Haziran 2012 Salı

Oysaki Hep Korkmuştum Ben Maskelerden ...


Sen be güçlü kız, nasıl ağlarsın başkasının önünde?

Sen be akıllı kız, ne ararsın başkasının aklında?

Sen be küçük kız, neden çıkarsın yatağından?

Sen be hep uyuyan kız, yatağından çıkıp da nasıl görürsün hayatın gerçeklerini?

Sen be pembe kız, nasıl çıkartırsın tozpembe gözlüklerini?

Sen be ikiyüzlü( biri üzgün, biri mutlu) kız, nasıl tek yüz olursun?

Sen be maskeli kız, nasıl düşürürsün maskeni?

Sen be mutlu kız, nasıl dersin ki ‘’artık dayanamıyorum’’?

Sen be aslında mutsuz kız, nasıl nefret edersin hayatından?

Nasıl bakarsın gözyaşının tadına?

Nasıl ıslatırsın yazdığın kâğıdı?

Nasıl ‘’of’’ dersin, yasak!

Sus payı değil miydi her şey?

Sus be ağlamayan kız, içine aksın gözyaşların!

Sus be kadersiz kız, içine aksın ki dolsun için. Dolsun ki doysun artık.

Ama uy kurallara yanakları ıslak kız, daha oyun bitmedi sen kazanacaksın!

Yaşıyor muyum ''?''



         

             Ben yazar ben yaşarım diyemedim hiç. Çünkü adım gibi bildim hep yazdıklarımı yaşayamayacağımı. Ben de yaşadığımı yazdım. Daha acıklı, daha sürükleyici oldu. Biraz dram vardı içinde, biraz da bir zamanlar olan ruhumun kalıntıları. Nasıl bir iz bırakmışsa artık bu müthiş ruh, hala varmış gibi yaşıyorum. Ruhu olmadan yaşayamazmış ya insan, inanmam. Ben kaybettim yıllar önce o ruhu, kiminle gitti, nereye gitti, bilemiyorum tabii. Ama benden gittiğini, yanında beni de götürdüğünü biliyorum. Bu yüzden baştan var olmaya çalıştım ki mümkün değil. Daha önce bilirdim ne olacağını geçmişimden, ona göre hareket ederdim. Sonra geçmişimin de gittiğini fark ettim. Neye göre var olacağımı bilemeden, başladım yeni hayata. Daha önce çok güzel yaşamışım gibi, tekrar tutundum yaşamaya. Elimi bırakmasaydı yaşıyor olacaktım belkide. Yaşıyorum da nasıl yaşıyorum o sorun işte. Bilmeden, bilemeden yaşıyorum. Gereksizce yaşıyorum. Hep içimde olan boşluğu doldurmak için yaşıyorum. Neden içimde bir boşluk olduğunu bulmak için yaşıyorum. İçinleri bir gün tüketmek için yaşıyorum. Ama içinler gittikçe keşkeler çoğalıyor. Nedenlerin insanı geliştirdiği, nasıllarınsa insanı delirttiği gibi delirtiyor beni keşkeler. Nedenlerin yerini de neyseler tutuyor sanırım ama henüz neyseyi en içten diyen insanlarla karşılaşamadım. Hayat buysa ben yokum dedim, yine olmadı. Zaten boşluğa konuşmakla olmuyormuş, ağlamakla da olmuyormuş. Ruhumdan kalan boşukta değilmiş. Ruhumun gittiği kişinin boşluğuymuş. Ben o kişiyi bulunca mutlu olacakmışım. Sanırım mutsuzluğa alışmalıyım…
         Bencilliğe de alışmışım zaten yıllar önce. En önce ben bencil olmuşum. Amacım BEN diyebilmekmiş. Herkesin yaptığını yaparsam, yaşarsam BEN demenin ne anlamının olduğunu bulamazmışım. Haklıymışım ki haklıyım. BEN diyebilmek için hala yağmurun tek bana yağmasını istiyorum mesela… Herkes mutsuz, ben mutlu olayım. Herkes ağlasın ben güleyim. Bencilim işte. En az mutsuz olduğum kadar bencilim.