İNTİKAM


Beğenmediğim sonu, siler baştan yazarım.
Twitter: @iremkucukcongar

17 Temmuz 2015 Cuma

Oysaki Korkmustum Ben Hep Maskelerden #2

http://gereksizlikhissi.blogspot.com.tr/2012/06/oysaki-hep-korkmustum-ben-maskelerden.html?m=1

Saysaydın en baştan geriye doğru. Her hatanın kapanmamış yarasına bastıra bastıra üzerinden geçseydin tecrübe oyunlarının.
Kapatıp kulağını okusaydın en korkunç kitabın korkuya acıkmış sonunu.Saysaydın en sondan ileriye doğru. Henüz yitirilmemiş tüm gelecekler şerefine sarhoş ola ola dans etseydin bir tahta üzerinde.
Dönüp geriye baktığında kendi saflığına acıdığın her saniye için biraz daha izleseydin güneşin doğuşunu.
Saysaydın en baştan geriye doğru.
Sona gittiğini sandıkça sonsuzlukla sarıldığını anlasaydın -yeşile yatmış izlerken maviyi- sayıklasaydın mutluluk harflerini dudaklarının kıvrımlarından.
Yalvardığın her kelimeyi kusmak için öfkenle daha fazla doğal dur her yerde.
Ağladığın tüm kederlerin rimelinden değersiz olduğunu fark ettiğin gün için gülümse bir de şimdi ömrüne.
Büyüdün maskeli kız. Güzelliğinle büyülemek için attın maskeni.
Ve bırak merkezine kadar boka batmış dünyanın yapay ateşinde boğazına kadar kullanılmış insanların ünlem işaretli kurallarını yanakları ıslak kız, oyun bitti sen kazandın.

21 Mayıs 2015 Perşembe

Teslim

Uyanıyordu kız, gözleri mahmur... Işığın parlak kokusunda değiyordu, gökyüzüne.
Koku... Sanki tadı metaldi bu kokunun. Sanki rengi kırmızıydı. Sanki jiletin vücuduyla seviştiği yerdeki izlerdendi...
Uyanıyordu kız... Saçlarının ıslaklığından yüzüne düşen damlaları yalıyordu. Tadı... Damla damla süzülen yağmurdan farklıydı. Tadı... kar tanesinin eşsiz sevgilisini terk edişi gibiydi. Sanki kalbini satabilecekmiş gibi söken birinin göğsündeki para alaşımı maddiyatındandı.
Uyanıyordu kız... Sağır olmaya kapatmıştı kulağını. Yukarı doğru kaymaya çalıştı. Ses... Sanki olmaması gerektiği kadar yoğun suyun dalgalarında çalkalanmıştı. Ses... mermerin çatlaklarından süzülmüş rengi mordu. Sanki zincirlerin ayak bileklerine bıraktığı izlerdendi...
Uyanıyordu, kız... Yaralarından boşanan kanlarla nemleniyordu teni. Beyninde silinmeye başlamış anılara açıyordu gözlerini.
Hüsrana teslim, kayıyordu vücudu, banyo mermerin de.
Uyanıyordu kız... Bedenini, eskimiş kıyafetlerini atarmış gibi bırakıyordu geride. Ait olduğu yere doğru uçarken gözlerinin altı halka cesedine son kez bakıyordu banyonun tavanından. Orada dokunulabilir bir et yığını varken asıl gerçek bu buhar haliydi. Duşun, bu korku dolu görüntüyü temizlemeye çalışırcasına kızın bileklerine damlayışını dinliyordu.
Uyanıyordu kız... Ruhunu kaybetmis birinin kalbinden kollarına kadar yayılan o soğuk acıyla son bir kez daha titriyordu. Intihar değildi bu ölüm, olmayacak hayalleri ve parça parça dökülen umutları katiliydi.
Uyanıyordu kız... Gözlerini sımsıkı kapatıp uyurken sonsuzluğa uyanıyordu. Pencere demirlerinin arasından göğe yükselirken uyanıyordu kız, gözleri mahmur.

3 Nisan 2015 Cuma

Dilimde Kalan Soluklar

Içinde en korsanından iyilik melekleri, sözlerle gecistirilmis zaman dilimleri...
Ve o zamanların anılara naklettiği ama  yüzlere yerlestiremedigi noksan, iğreti duyguları...
Ve o duyguların, hayatta sona koşmaktan nefes nefese kalmış birinin kısa ve donuk soluklarında dahi tükenemeyen büyük izleri...
Ve o izlerin; sürülen kremlerle, gökyüzüne yalvararak geçiremediği kızarıklıklar gibi...
Sarılmış siyah ışıklara gizliyorum bedenimi
Içimdeki fırtınanın gök gürültüsünden korkuyorum.
Hiçbir etkene tabii kalmadan zaten hep ruhumda varlığını sürdüren anlamsız olayların fiziksel dışavurumu şişmiş gözlerim
Elime konulan senaryonun tüm rollerindeki ölüyü oynuyorum.
En sessiz yerdeki, en büyük çığlığım -henüz esirini öldürememiş katil gibi- canıma kastetmek için bekliyor tepemde. Hissediyorum.Karşımda buğulu, tozlu, lekeli ayna.
Bir iskemle üzerinde, işkencelerin yavaşlığında ölümü dileyeceğim ötenazi sistemi.
Öldürmeyin der yalvarırsan öldürmeyiz, diyor gülüyorlar karşımda.
Tam ağzımı açıp yalvarmaya başlıyorum ki dilimi alıyorlar benden.
Oturup uzuvlarımın benden kopmasını izliyorum, gözyaşlarımla temizleyerek aynayı.
Gözlerini kapatınca rüyalarında duygulara tanık olan insanlara özeniyorum. Ömrüm boyunca tek bir sefer için gözkapaklarımı okumaya çalışıyorum zihnimin siyahlığın da... Nerede hayallerimin kayıp sahneleri?
Karanlık odaya sığınırken yüklemler sır halinde istemsiz tekrarlarda.
Üst üste anektodlar var, kağıtlarımın kalemle sarıldığı nokta da.
Rüzgarın hafifliğinde nefesimde duran, suların gökyüzüyle birleştiği yerde ışıldayan, özenle süslü püslü fotoğraflarda bulduğum ben, nerede şimdi?
Avuçlarıma kazıdığım yağmurlardan bir bereyle saklanıyorum.
Tüm kaygıların yeryüzünü yıkamasını ve tereddütle kaçırılan tüm melekleri görüyorum ellerimde.
Gözlerimi bu sefer Azraile kapatırken ciğerlerimdeki yarım kalmış solukları anımsıyorum dilimde.
Yutkunuyorum katilime gülümseyip.

7 Şubat 2015 Cumartesi

Ölümsüzlüğümden

Sokakların sessizliğinde yankılanıyor içimin fırtınası, gözlerim kapalı....
Yarınlara olan inancım yok bugünler sakin beni bekliyor..
Ağlayan suratlar, çaresizliğin fiyasko tabloları...
Belirli çemberler de kan gölleri...
Taş yığınlarının altında nasıl olduğu belirsiz soluklar...
Uğultu rüzgarlarda...
Binlerce ölümsüzlüğün altında yere oturup siyahlığıyla bütünleşiyorum gecenin...
Söylemlerin isyanı var derinimde...

Bir duanın ardındaki gözyaşı gibi...
Bir tiyatronun en samimiyetsiz yerindeki alkış gibi...
Bir şarkının en ince tonundaki umut kırıntısı gibi...

Yorgun her bedenin kırışık yüzleri...
Gülümseyince çizgileri belirginleşen gözleri...
Yardım için kaldıkları elleri kanlı...
Enkazların içinde insan uzuvları...
Yarıklarıyla yürüyemeyen ayaklar...
Bir dağın başına oturup sanki izliyorum kırıkları...
Çığlıkları.... sesleri... yardımları... görüntüleri...
En büyüğünden en küçüğüne...
Ruhuma yaptığım kazılardan elime bulaşan kanlarla...
Merhaba depremim. Elveda içimdeki yığınların arasında kaybolan mizaçlar...
Uğultu rüzgarlarda.. gözlerim kapalı...
Beklemeyin baharları... Yıkılın duygularımın sağlam olmayan kökleri...
İnce bir ipe bağlı mumlarım devrilin domino taşları misali...
Kanatları yere değse bile gövdesini yere bırakmayan kuş gibi...
Annesini hiç tanımadığı halde rüyalarında ona sığınan  çocuk gibi...
Tüm imkansızlığa rağmen hayallerinden asla kopmayan kibritçi kız gibi...
Düşüncelerimin yarattığı sarsıntıyla vazgeçin duygularım...
İçimdeki bu depremin kalbimden söktüğü parçalar da boğulduğumdan değil...
Ölümüm, ölümsüzlüğümden...

4 Ocak 2015 Pazar

Ruhları Sığmadı Bedenlerine

Tonlarca yük var merkez noktada oraya yaklaşıp kendine göre en fazlasını sırtına alan yorgun devam ediyor yoluna
Binlerce sıfat var ormanın ortasında silik haritasından yolunu kaybeden herkes en büyük hakareti alıp ismine başlıyor başını kaldırmaya
Susmanın ölüme hazırlık yapmasını uzaktan seyir halinde, sakin topluluklar
Tüm hataların adını tecrübe koymuşlar
Kendi içinde bir sürü savaşı olan zavallılar bir de kalkıp etraflarındaki cepheler de pes ediyorlar yenilgi büyük
Askerler yerine duyguları, silahlar yerine sözcükleri var...
Ruhun hapsi
hiç beklemeyecekleri dillerden imkan vermeyecekleri cümleler işitince içlerindeki pimi çekili bombanın şarapnellerini kusuyorlar...
Esrarlarını anlatmak paranoyaklıklarına haksızlık.
Sonların da sonsuzluk var...
Göz bebeklerinin derininde ince ince dolanan sızı var, sonrasında göz yaşı olan...
Ölürken veda edemedikleri dostları var...
Bir yanında mezarlar diğer yanında yaşamlar varken hangi tarafı daha yakın gerçeğe?
Bunca karmaşa içinde cehennem dünyanın içindeki ateşteyse cennet burası mı?
Tümlerin ardından yok oluşlar mı daha sessiz var oluşlar mı, bedenler de ?
Binlerce düşünceyle beynimin arenasında bu kadarını yazabiliyorum yine...
Geri kalan kelimeleri kendime itiraf bile edemiyorum...
Ben zincirlerimi kırdıkça halatlar dolandı boynuma...
Ve nesiller atalarının varlığını sorgularken öğrendiler...
İlk evcilleştirilmiş hayvanlardı, insanlar....