Içinde en korsanından iyilik melekleri, sözlerle gecistirilmis zaman dilimleri...
Ve o zamanların anılara naklettiği ama yüzlere yerlestiremedigi noksan, iğreti duyguları...
Ve o duyguların, hayatta sona koşmaktan nefes nefese kalmış birinin kısa ve donuk soluklarında dahi tükenemeyen büyük izleri...
Ve o izlerin; sürülen kremlerle, gökyüzüne yalvararak geçiremediği kızarıklıklar gibi...
Sarılmış siyah ışıklara gizliyorum bedenimi
Içimdeki fırtınanın gök gürültüsünden korkuyorum.
Hiçbir etkene tabii kalmadan zaten hep ruhumda varlığını sürdüren anlamsız olayların fiziksel dışavurumu şişmiş gözlerim
Elime konulan senaryonun tüm rollerindeki ölüyü oynuyorum.
En sessiz yerdeki, en büyük çığlığım -henüz esirini öldürememiş katil gibi- canıma kastetmek için bekliyor tepemde. Hissediyorum.Karşımda buğulu, tozlu, lekeli ayna.
Bir iskemle üzerinde, işkencelerin yavaşlığında ölümü dileyeceğim ötenazi sistemi.
Öldürmeyin der yalvarırsan öldürmeyiz, diyor gülüyorlar karşımda.
Tam ağzımı açıp yalvarmaya başlıyorum ki dilimi alıyorlar benden.
Oturup uzuvlarımın benden kopmasını izliyorum, gözyaşlarımla temizleyerek aynayı.
Gözlerini kapatınca rüyalarında duygulara tanık olan insanlara özeniyorum. Ömrüm boyunca tek bir sefer için gözkapaklarımı okumaya çalışıyorum zihnimin siyahlığın da... Nerede hayallerimin kayıp sahneleri?
Karanlık odaya sığınırken yüklemler sır halinde istemsiz tekrarlarda.
Üst üste anektodlar var, kağıtlarımın kalemle sarıldığı nokta da.
Rüzgarın hafifliğinde nefesimde duran, suların gökyüzüyle birleştiği yerde ışıldayan, özenle süslü püslü fotoğraflarda bulduğum ben, nerede şimdi?
Avuçlarıma kazıdığım yağmurlardan bir bereyle saklanıyorum.
Tüm kaygıların yeryüzünü yıkamasını ve tereddütle kaçırılan tüm melekleri görüyorum ellerimde.
Gözlerimi bu sefer Azraile kapatırken ciğerlerimdeki yarım kalmış solukları anımsıyorum dilimde.
Yutkunuyorum katilime gülümseyip.